Hayat, bazen beklenmedik sürprizlerle doludur. Düşünün ki, bir sabah uyandığınızda, resmi belgelerde ölmek üzere kaydedildiğinizi öğreniyorsunuz. İşte tam da böyle bir durum, 6 bin kişiyi etkileyen korkunç bir hikaye olarak karşımıza çıkıyor. Bu insanlar, kimi zaman yıllar boyunca yaşadıkları hayata dair kanıt sunmak için resmi dairelerle boğuşmak zorunda kalıyor. Ancak mesele sadece resmi belgelerden ibaret değil; bu durum, onların kimlikleri, hakları ve sosyal hayatları üzerinde de derin izler bırakıyor. Peki, bu insanlar neden böyle bir duruma düştü? Bu durumun altında yatan gerçekler ve mağdurların bu zorlu mücadelesini detaylıca inceleyelim.
Kıyamet senaryolarını aratmayacak şekilde, bu 6 bin kişi, resmi belgelerde ölünün kaydedildiğini öğrenince adeta şoka uğradı. Uzun yıllar boyunca tuhaf bir hayat süren bu bireyler, her gün kendilerini yaşadıklarını ispatlamak için çeşitli belgelere başvuruyorlar. Bu durum, çoğu insan için kabul edilemez bir durum olsa da, bu kişiler için gerçek oldu. Her biri, “Ben ölmedim!” mesajını yazılı olarak, gerektiğinde yüzleşerek kanıtlamaya çalışıyor. Birçoğu, ailelerinden veya arkadaşlarından aldıkları destekle bu duruma karşı koymaya çalışıyor ancak kurumsal sistemlerin bürokratik engelleri, bu mücadeleyi daha da zorlaştırıyor.
Bu süreçte, mağdurlar yalnız olmadıklarını hissetmenin yanı sıra, başkalarıyla dayanışma içinde olmanın da önemli olduğunu görüyorlar. Bir araya gelip destek grupları oluşturan bu insanlar, deneyimlerini paylaşarak birbirlerine yardım ediyorlar. Hem psikolojik destek hem de resmi evrak işlemleri konusunda bilgi alışverişinde bulunmak, onları biraz olsun rahatlatıyor. Bunun yanı sıra, sosyal medya platformları ve diğer iletişim kanalları üzerinden farkındalık yaratmaya çalışıyorlar. Hükümet kurumlarına yönelik yazılan dilekçeler ve petitionlar, bu sorunun çözümüne yönelik kapı aralamak adına önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.
Birçok mağdur, bu karmaşık süreç içerisinde yasal haklarından yararlanamamakta ve sosyal hayatlarında ciddi zorluklar yaşamaktalar. Ailevi ilişkiler, iş hayatı, sağlık hizmetlerine erişim gibi pek çok alanda kısıtlanma yaşarken; aynı zamanda psikolojik baskı ve kaygıyla da başa çıkmaya çalışıyorlar. Velhasıl, yaşamlarının her alanında bir belirsizlik içinde olan bu bireyler, durumu düzeltmek ve kendilerini yaşadıklarını kanıtlamak amacıyla pek çok zorlukla mücadele etmek zorundalar.
Ölüm kaydı gerçeği ile yüzleşmeleriyle birlikte, yaşamak istemeleri gerektiğinin altını çizen mağdurlar, bu durumu özellikle genç nesillere anlatmak için sosyal sorumluluk projeleri geliştirmeye başladılar. Hayatlarının normal akışına devam edebilmek adına verdikleri bu mücadele, toplumsal dayanışmanın bir örneği olarak değerlendiriliyor. Biz de bu konunun ciddiyetine dikkat çekerek, yaşadığı zorlu süreçte bu insanlara bir nebze olsun destek olmayı amaçlıyoruz. Umarız, bu tür trajik olaylar bir daha yaşanmaz ve herkes, yaşarken aslında hâlâ hayatta olduklarını bilerek mutlu yaşarlar.
Sonuç olarak, bu 6 bin insanın yaşadığı durum, pek çok alanda bizleri düşündürmekte ve toplumsal sorunları gözler önüne sermektedir. İnsanı insan yapan unsurların başında kimlik ve varoluş geliyor. Herkesin, yaşadığı hayatı sürdürme ve kendini kanıtlama hakkı vardır. Unutulmamalıdır ki herkes; yaşamak, sevdikleriyle bir arada olmak ve hayatlarının doğal akışında yer almak istemekte. Herkes için adalet ve eşitlik umuduyla bu zorlu sürecin bir an önce sona ermesini diliyoruz.